Avrupa Yeşil Mutabakatı’na Hazır Mıyız?

11 Kasım 2021

11 aralık 2019’da kabul edilen avrupa yeşil mutabakatı, 2050’ye kadar iklim nötrlüğüne ilişkin uzun vadeli hedefini ve AB’nin sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar 1990 seviyelerine göre yüzde 50-55 oranında azaltma yönündeki çabasını içermekte. Bu düzenleme yılda 70 milyar dolar ihracat yapan türk ekonomisi için büyük önem arz ediyor. Peki, 90bin ihracatçımız ve avrupa ülkelerinde yatırım yapmayı planlayan girişimcilerimiz bu düzenlemelere hazır mı?

İnsani faaliyetlerden kaynaklanan iklim değişikliği, dünyanın karşılaştığı en büyük zorluklardan biri olarak tanımlanmakta. Sera gazı emisyonu ve giderek büyüyen karbon ayak izin nedeniyle gelecek yıllarda daha büyük sorunlar beklenmekte. İklim değişikliğinin hem insan hem de doğal sistemler üzerinde birçok etkisi bulunmakta. Kaynak bulunabilirliği, ekonomik faaliyetler ve insan refahı üzerinde önemli etkilere yol açabilmekte. Buna karşılık, atmosferdeki sera gazını azaltmak ve iklim değişikliğine adaptasyonu kolaylaştırmak için çeşitli çalışmalar yürütülmekte. Kamu ve özel sektör tarafından uluslararası, bölgesel, ulusal ve yerel girişimler geliştirilmekte ve uygulanmakta.

Avrupa Birliği’nde (AB) gündeme gelen Yeşil Mutabakat, bu ihtiyaçtan ortaya çıkmış bir proje. AB hedeflerinde birçok yeni strateji geliştirmek, yeni yasalar hazırlamak ve planlamalar yapmak var.

AB, Yeşil Mutabakat kapsamında birçok eylem planı geliştirdi. İklim, ekonomi, yatırım, endüstri gibi alanlarda çok sayıda politikayı yürürlüğe koydu. AB, sürdürülebilir bir ekonomi ile 2050’ye kadar karbon nötr olma hedefine ulaşabilmesi için AB pazarına ürün ihracatı yapan şirketlere ve ülkelere de belirli sorumluluklar yüklemekte.

Kısa zaman içerisinde AB ülkelerine satılan ürünlerin içerisindeki karbon miktarı ayrıca fiyatlandırılıp ürünü satan şirket ya da ülkelerden vergi olarak alınacak. Ticaretteki bu ve bunun gibi önemli gelişmelerden dolayı, şirketlerin yeni düzenlemeler ve gelişmeler hakkında bilgi sahibi olması gerekmekte.

AB, Yeşil Mutabakat projesi ile çevre ve iklim konularında çok katı bir tutum sergileyeceğini beyan etti ve bu bağlamda ticaret anlayışında çok kritik ve köklü değişiklikler yapacağının sinyallerini verdi. Şirketlerin de AB pazarına ürün sunmaya devam edebilmesi için yürürlüğe girmiş veya yakın gelecekte girmesi beklenen yasalar, standartlar ve stratejiler hakkında bilgi sahibi olarak buna göre ürün ve hizmetlerini, süreç ve politikalarını yeniden düzenlemeleri gerekmekte.

AB, 2050’de iklim açısından nötr olma hedefini yasal bir zorunluluğa dönüştürmek için bir Avrupa İklim Yasası önerisinde bulundu. Bu hedefe ulaşmak için ekonomi dâhil tüm sektörlerin harekete geçmesi elzem olup yapmaları gereken çalışmalar aşağıdaki ana başlıklarda toplanmakta:

» Çevre dostu teknolojilere yatırım yapmak » İnovasyon için endüstriyi desteklemek

» Daha temiz, daha ucuz ve daha sağlıklı özel ve toplu taşıma araçları sunmak

» Enerji sektörünün karbondan arındırılması
» Binaların daha enerji verimli olmasının sağlanması

» Küresel çevre standartlarını iyileştirmek için uluslararası or- taklarla çalışmak

Türkiye’nin karşılaşacağı maliyet yıllık 1,8 milyar avro

2050 yılında karbon-nötr bir ekonomiye ulaşmayı hedefleyen Avrupa Birliği’nin, çeşitli çalışmalar yürüttüğü sektörlerin başında enerji sektörü geliyor.

Karbon salınımlarındaki en büyük payı enerji kaynaklı emisyonların oluşturduğunu söyleyen Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın temel öncelikli alanlarından birinin enerji olduğunu vurguluyor. Eskinazi, “Eğer sera gazı emisyonlarını azaltmak istiyorsak, enerji sektöründeki sera gazı salınımlarını azaltmalıyız. Yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretimine yönelmeliyiz.” dedi.

Düşük karbonlu yakıtlar, binalardaki enerji tasarrufları, kaynakların çeşitlendirilmesi ve enerji depolanmasının, AB Komisyonunun yeşil dönüşüm kapsamında 2030 ve 2050 hedeflerini belirlediğini anlatan Eskinazi, bu hedefler doğrultusunda strateji ve regülasyonların yanında alınan iki temel aksiyonun, akıllı sektör entegrasyonu ve açık deniz yenilenebilir enerjisi olduğunu açıkladı.

Eskinazi şunları söyledi: “Akıllı sektör entegrasyonu stratejisiyle elektrik, gaz, endüstri, inşaat ve ulaşım gibi çeşitli enerji sektörleri, karbon salınımlarını azaltmak amacıyla entegre edilecek. Fosil yakıtların kullanımı, yenilenebilir elektrik enerjisi ile yer değiştirecek ve elektrifikasyonun mümkün olmadığı alanlarda düşük karbonlu yakıtlar kullanılacak. Açık deniz ve yenilenebilir enerji stratejisine göre de açık denizde bulunan rüzgarın kuvveti, gelgit veya dalgaların hareketiyle birlikte ortaya çıkan enerjinin, modern teknolojilerle birlikte kullanıma sunulması planlanıyor. Yeşil Mutabakat ile birlikte tüm enerji tedarik zincirlerinde, temiz enerjinin ulaşımını kolaylaştırmak ve binalardaki enerji tasarrufunu artırmak adına dijitalleşme teşvik edilecek. Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi kadar üretilen enerjinin depolanması da önemli bir konu. Bataryalar için Stratejik Aksiyon Planı ile enerji depolama kapasitesinin arttırılması planlanıyor.”

Karbonon emisyonlarının yÜzde 87,4’Ü enerji sektöründen

Jak Eskinazi, Yeşil Mutabakat’a uyumda geç kalınması durumunda AB’nin sınırda karbon mekanizmasıyla Türkiye’nin karşılaşacağı maliyetin yaklaşık yıllık 1,8 milyar avro olabileceğini paylaştı. Eskinazi, “Özellikle, çimento, otomotiv, makine, demir-çelik ve tekstil gibi sektörler daha çok etkilenecek. Avrupa Birliği bir yandan üye ülkelerin emisyonları düşürmeyi hedeflerken diğer taraftan da Birlik dışından ithal edilen ürünlerin karbon içeriğine göre sınırda karbon düzenlemesi mekanizmasıyla vergilendirilmesini amaçlıyor. Bu yolla AB sınırları içerisinde karbon maliyetiyle iş yapan şirketlerin rekabetçiliği korunurken, AB ülkeleri aynı zamanda kendilerine karbon vergisi gibi ekstra bir geliri de yaratmış olacaklar. Toplam CO2 emisyonlarının 2019 yılında yüzde 87,4’ü enerji sektöründen, yüzde 34,6’sı elektrik ve ısı üretiminden, yüzde 12,3’ü endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı sektöründen, yüzde 0,3’ü ise tarım ve atık sektörlerinden kaynaklanıyor.”

Yenilenebilir enerji ve atıklardan elde edilen elektrik üretimi yüzde 14,7

Eskinazi, sanayi sektörünün elektrik tüketiminde birinci sırayı koruduğunu hatırlatarak, “Kömür, sıvı yakıt ve doğal gazdan (fosil yakıtlar) üretilen elektrik, toplam üretimimizin yüzde 56,1’ine tekabül ediyor. Hidroelektrikten elde edilen elektrik yüzde 29,2. Yenilenebilir enerji ve atıklardan elde edilen elektrik üretimimiz geçen on yılda on kattan fazla artış göstermiş ama buna rağmen yenilenebilir enerjiden elektrik üretimimiz, toplam elektrik üretimimizdeki payı yüzde 14,7 seviyeleri- ne kadar anca gelebilmiştir. Hâlâ elektrik üretimimiz önemli derecede fosil yakıtlara bağlı. 2019 yılında sanayi sektörü toplam elektrik tüketimde yüzde 45 ile birinci sırayı alırken, ticaret sektörü yüzde 19,3, meskenler yüzde 21,8, resmî dai- reler yüzde 5,3, aydınlatma yüzde 2 ve diğer sektörler yüzde 6,6 oranında elektrik tüketmiştir. Sanayi sektörünün en önemli aktörü olan ihracatçılarımız son dönemde elektrik maliyetleriyle de mücadele ediyor.” dedi.

AB’ye ihracatta çimento, alüminyum, demir çelik, gübre ve elektrik ürünlerinde karbon vergisi başlıyor

Ege İhracatçı Birlikleri (EİB) Genel Sekreteri İ. Cumhur İşbırakmaz, Avrupa Birliği ile Türkiye’nin 143 milyar dolar ticaret hacmi olduğunu hatırlatarak, Yeşil Mutabakatı ana gündem maddesi olarak benimseyen EİB’nin faaliyetleri ve projeleriyle ilgili bilgi verdi. İşbırakmaz, “AB ile ticaretimizde birçok sektörde önemli tedarikçi konumundayız. İhracatçı birliklerin sektörel aksiyon planları ile düşük karbonlu ekonomi sürecini hızlandırması en önemli adımlardan biri. Biz EİB olarak küresel iklim rejiminin çerçevesini netleştiren Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı kapsamında, birçok proje gerçekleştiriyoruz. 2020’yi ‘Sürdürülebilirlik Yılı’ ilan ettik ve ‘Sürdürülebilirlik Manifestosu’ hazırladık. Sürdürülebilirlik Çalışma Grubumuz her geçen gün ajandasına yeni projeler ekliyor. Birliğimiz kapsamında sıfır atık belgesi aldık. Birleşmiş Milletler inisiyatifi Global Compact’a Türkiye’den üye olan ilk ihracatçı birliği olduk.” dedi.

Sanayi ve tarım sektörlerinde düşük karbonlu kalkınmaya geçiş

EİB Sürdürülebilirlik Günleri başlığı ile Yeşil Mutabakat hakkında firmaları bilgilendirdikleri bir dizi eğitim programı organize ettiklerini anlatan İşbırakmaz, “Türkiye’nin organik ürün ihracatının yüzde 75’i bölgemizden gerçekleştiriliyor. Organik sektörümüz Yeşil Mutabakat ve İklim Değişikliği konu başlıklarında iki projeye başvurdu. ‘Kullandığımız Pestisitleri Biliyoruz’ isimli projemiz kapsamında da ürünlerimizin akredite olmuş laboratuvarlarda analizlerini yapıyoruz. Sanayi ve tarım sektörlerimizin çevreci ve düşük karbonlu kalkınmaya geçişini hızlandırmak için firmalarımıza Sürdürülebilir UR-GE projelerimizle destek veriyoruz.” dedi.

Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin temelinde yeşil mutabakat var

» Sürdürülebilirlik kapsamında AB’nin ortak tarım politikası, sürdürülebilir bir gıda sistemi oluşturacak şekle dönüştürülecek.

» Kimyasal pestisitler, gübreler ve antibiyotiklerin kullanımını ciddi oranda azaltacak. Organik tarımın artırılması ve üretimden tedariğe kadar çevresel ayak izi konusunda tüm taraflara bilgi sağlanması için dijital takip sistemi kurulacak.

» Enerji sektörünün yenilenebilir enerji üzerine kurulması, hidrojen kullanımının yaygınlaştırılması, inşaat sektöründe enerji verimliliğini artırmak için renovasyon/yenileme dalgası başlatılacağı da açıklandı.

» AB, Aralık 2020’de açıkladığı Sürdürülebilir ve Akıllı Ulaşım Stratejisi ile ulaşım kaynaklı emisyonları yüzde 90 oranında azaltmayı amaçlıyor. 2035’te fosil yakıtlı araçların üretiminin durdurulması hedefleniyor.

» Küresel iş birliği yönünde bir inisiyatif var. AB yeşil dönüşüm çerçevesinde tüm ticari anlaşmalarına hükümleri ekliyor. Japonya, Vietnam, İngiltere ile yapılan anlaşmalar buna örnek. Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği güncellemesinde de aynı düzenleme olabilir.

“Türkiye kendi emisyon ticaret sistemini oluşturmalı”

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Türkiye-Avrupa İş Konseyleri Koordinatör Başkanı Zeynep Bodur Okyay, yeşil dönüşümün Türkiye’nin 3 yıllık yol haritası niteliğini taşıyan yeni Orta Vadeli Programda (OVP) yer alması gerektiğini söyledi. Yeşil dönüşümün Türkiye ekonomisi ve sanayisinin kapsayıcı ve sürdürülebilir büyümesi için önemli olduğuna işaret eden Okyay, bunun yanı sıra ülkenin AB başta olmak üzere, üçüncü ülkelere ihracatında rekabetçiliğinin korunması ve güçlendirilmesi için önemli görüldüğünü dile getirdi.

Zeynep Bodur Okyay, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nda Türkiye’yi ticaret kanalından etkilemesi beklenen en önemli politika değişimlerinden birinin “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” (SKDM) olacağını kaydetti. AB’nin, bu mekanizma yoluyla Türk ihracatçılarından tahsil edeceği tutar sayesinde kendi yeşil dönüşümünü finanse edeceği bilgisini veren Okyay, Türkiye’den de her yıl önemli miktarda döviz çıkışı yaşanacağına dikkati çekti. Okyay, oluşabilecek bu olumsuz duruma çözüm olarak, dünya genelinde ülkelerin kendi somut koşullarına göre tanzim ettiği Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) uygulamalarının yaygınlaştığını belirterek şöyle konuştu: “Türkiye de kendi ETS’sini oluşturmalı. Bu sayede sektörlerin emisyon düşürücü teknolojileri benimsemesi motive edilirken ülke içinde toplanacak emisyon gelirleri de sanayinin ihtiyacı olan yeşil dönüşümü finanse etmesinde kullanılabilir ve kaynakların ülke içinde kalmasını temin eden bir ekosistem oluşturulabilir diye düşünüyorum. Burada farklı sektörlerin mevcut koşullarına ve oluşturulacak toplam gelirlerin hesaplanmasına uygun bir tasarım gerekiyor. Türkiye için geliştirilecek ETS’nin mal ihracatında rekabet dezavantajına yol açmaması için sektörlerin karbon kaçağı riskinin belirlenmesi ve bu sonuçlara göre politika tasarlanması kritik önem arz ediyor.”

Aday ülke konumunda olan Türkiye’nin Yeşil Mutabakat hedeflerine uyumunun, Türkiye ve AB’yi temelde de yaklaştırabileceğine işaret eden Okyay, “Türkiye sanayicisi ve ihracatçıları olarak rekabet gücümüzü yitirmemek hatta orta-uzun vadede rekabet anlamında daha da güçlenmek adına çok kritik bu manevrayı başarıyla yapabilmeliyiz. Türkiye olarak geç kalmamak ve şartları ülkemiz lehine çevirmek için yapılması gerekenlere destek vermeye hazırız.” değerlendirmesinde bulundu.

Karbon vergisi 1 ocak 2023’te başlıyor

İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, AB’nin ithal ettiği her ürün için bir karbon emisyon sınır değeri koyacağını ve “çevre dostu” üretim yapılmaması hâlinde AB ülkelerine ihracatın yapılamayacağını ya da vergi ödeneceğini söyledi. Türkiye’nin AB’ye yıllık ihracatının 70 milyar doları bulduğunu ifade eden Avdagiç, “karbon vergisi” adı verilen bu verginin ilk uygulamasının 1 Ocak 2023’te başlayacağını, 2026’dan itibaren ise tam olarak yürürlüğe gireceğini söyledi.

Avdagiç, şunları kaydetti: “AB, belirlediği sınır değerlerini aşan ürünler için ton başına bugün 60 avro civarında olan ve sürekli güncellenen bir gümrük vergisi uygulayacak. Türkiye olarak tam zamanında bu yeni düzene uygun bir sanayi tesis etmezsek iş dünyası olarak ton başına 60 avrodan yıllık 2 milyar avroyu aşkın bir karbon vergisi yükü ile karşılaşacağız. Başka bir deyişle, sanayicimiz, yeşil dönüşüm için harcamaktan kaçındığı her avroyu AB’ye vergi olarak verip ‘Biz harcamıyoruz, buyurun siz harcayın.’ demiş olacak. Yeşil dönüşümü görmez- den gelmenin bedeli ton başına 60 avrodan sadece bir yılda 2 milyar avroyu aşabilir.”

İş dünyasına seslenerek, “AB’ye karbon vergisi ödemek yerine yurt dışına gidecek bu finansmanı karbon salınımını azaltacak yatırımlar için kullanma” çağrısında bulunan Avdagiç, “Bu para sadece ihracatçımızın değil, Türkiye’nin cebinden çıkan bir kayıp olacaktır.” dedi.

Ajandaların ilk maddesi yeşil mutabakat olmalı

Şekib Avdagiç, firmaların Yeşil Mutabakatı ciddi şekilde gündemine alması gerektiğini belirterek şu değerlendirmelerde bulundu: “İlk etapta ve mutlaka 90 bin ihracatçı firma başta olmak üzere ajandalarının ilk maddesine acilen Yeşil Mutabakatı eklemeli. Hükümet de bunu harekete geçirecek önlemleri ivedilikle uygulamaya koymalı. Şurası bir gerçek ki iş dünyamızın bugün kaçındığı yeşil dönüşüm bedeli, yarın ya sipariş kaybı ya da karbon vergisi olarak yine bizim cebimizden çıkacak. Sadece 90 bin ihracatçı firmamızın cebinden de değil, vergi ve istihdam kaybı olarak tüm ekonomimizin cebinden çıkacak bir kayıp. Biz istiyoruz ki bu tutarları AB’ye vergi olarak ödemek yerine yatırım yapalım; vergimizi, istihdamımızı, üretimimizi arttırıp bu fonu ülkemiz için kullanalım. Böylece hem ödeyeceğimiz ‘sınırda karbon vergisi’ düşer hem de AB firmalarının Türkiye’yi daha çok tercih etmesini sağlayıp rekabet avantajı elde edebiliriz.”

Sürecin köklü yatırımlar gerektirdiğini belirten Avdagiç, “Yeşil yaşama geçişi ‘yeşil badana’ olarak görme hatasına düşülmemesi son derece önemli. Küçük revizyonlarla geçiştirilecek bir süreç değil. Çünkü AB’nin yeşil dönüşümü, bir badanadan çok daha fazlasını, önemli bir tadilatı içeriyor.” ifadelerini kullandı.

Yeşil dönüşüm uzmanları yetiştirmeliyiz

İTO Başkanı Avdagiç, Yeşil Mutabakat taslağında bu verginin öncelikli olarak uygulanacağı ürünlerin çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre ve elektrikle sınırlı olduğunu ancak zamanla bu ürün listesinin artırılmasının da mümkün göründüğünü kaydetti.

Avdagiç, “Bu ürün listesine bakıldığında yapılacak düzenlemeden dünyada en fazla etkilenecek 3 ülke Çin, Rusya ve Türkiye. İhracatın bir kuruşunun bile ciddi anlamda önemli olduğu bu süreçte ne gelir kaybına ne de pazar kaybına tahammülümüz var. Uluslararası rekabet gücümüzü korumak için yeşil dönüşüm ve dijital dönüşümü tamamlamak zorundayız.” diye konuştu.

Yeşil sanayinin sadece ticaretin sağlığı için değil, iklim değişikliği ile mücadele ve dünyanın sürdü- rülebilirliği açısından da olmazsa olmaz olduğunu vurgulayan Avdagiç, “Ayrıca yeşil dönüşüme hâkim nitelikli iş gücü yetiştirmek adına da hızla adımlar atılması son derece önemli. Kendi yeşil dönüşüm uzmanlarımızı yetiştirmeliyiz.” dedi.

Türkiye’nin toplam sera gazı emisyonu istatistikleri ne durumda?

En son yayımlanan TÜİK verilerine göre; Türkiye’nin toplam sera gazı emisyonu 2019 yılında 506,1 milyon ton CO2 eş değeri oldu. Sera gazı envanteri sonuçlarına göre, 2019 yılı toplam sera gazı emisyonu bir önceki yıla göre %3,1 azalarak 506,1 milyon ton CO2 eş değeri olarak hesaplan- dı. Kişi başı toplam sera gazı emisyonu ise 1990 yılında 4 ton CO2 eş değer, 2018 yılında 6,4 ton CO2 eş değer ve 2019 yılında 6,1 ton CO2 eş değer olarak hesaplandı. Ülkemizde üretimdeki ve nüfustaki artışa paralel olarak sera gazı emisyonları yıllar içinde ciddi artış göstermiş durumda.

“Karbon emisyonunu önemsemek zorundayız”

Avrupa Yeşil Mutabakatı ile başlayan değişime AB içerisinde yatırım yapan, fabrika kuran ya da fabrika satın alan yerli firmalar yakından şahit oluyor. Önümüzdeki dönemde Galler ve Belçika’da yatırım planlayan ve cam fabrikası kuracak olan Ciner Grubu, bu süreci yakından takip ediyor. Şirket bünyesinde çalışan mühendisler ve mimarlar yaşadıkları ve karşılaştıkları durumları dergimize anlattı.

Ciner Glass İş Geliştirme ve Yatırımlar Müdürü Bora Yalçın: “Üretimde ve tasarımda kendini kanıtlamış bir kurum olarak Galler, Belçika gibi ülkelerdeki yatırımları aslında davetler doğrultusunda başlatıyoruz. Bu çok güzel ve değerli bir durum. Bunu Avrupa neden yapmadı, neden biz yapıyoruz ve ne yapmalıyız soruları fabrika içinde tartıştığımız, üzerinde durduğumuz konular. Enerji, arazi, üretim maliyetlerinde herkes eşit, farkı yalnızca kaliteli üretimle ortaya koyabilirsiniz.

Gündemimizde daha fazla yer almaya başlayan küresel ısınmayla ilgili birçok konu artık Avrupa’da imza altında. 2030 yılına kadar emisyon azaltmakta herkesin sorumluluğu ve yükümlülükleri var. 2050 yılı için sıfır karbon hedefi var çünkü. Bunları artık herkes dikkate almak zorunda.Eskiden yalnızca konuşulan felaketler artık kapımızı çaldı. Almanya ve Belçika’da sel felaketlerinden bahsediyoruz. Suudi Arabistan’da kar yağdı. Bir taraftan yangınlarla, diğer taraftan sellerle uğraşıyoruz. Fosil yakıt kullanımının sonlandırılması için çağrı yapılıyor. Artık sıfır bile değil, negatif karbon konuşuluyor. Türkiye’de bunlar konuşulmuyor çünkü hâlâ bu konular bize çok uzakmış gibi yanaşıyor. Biz de gittiğimiz ülkelerde daha yeşil projeler tasarlamayı öğreniyoruz aslında.

İngiltere, Belçika dünyada cam geri kazanımı konusunda en ileri ülkeler. Biz de cam kırıklarının çoğalmasını istiyoruz ve bunu yapmak zorundayız. Bu projelerde bize verilen karbon salınımı limitinin de altına inebileceğimiz bacalar tasarlamaya çalışıyoruz. Şu an o limit değerler de Avrupa ülkelerinde hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü o limitlerin de çok çok altında kalmak istiyorlar. Örneğin Türkiye’de bacalarımızda filtre yok. Doğal gaz kullanıyoruz ama her hâlükarda bir atığımız var, karbon emisyonu. Uygun regülasyonumuz var ama demek istediğim, Avrupa’da bu uzun zamandır uygulanan bir şey.

Artık hidrojen, elektrik ve oksijenle entegre yakıt kullanımı gündemde, bunların hepsi ayrı maliyet ve artık müşteri bunu talep ediyor. Yani sizden şişe alıyorsa bunu yeşil bir uygu- lamayla yapıp yapmadığınıza, karbon ayak izinize bakarak alıyor. Şişe sizden ona mazotlu bir kamyonla gidiyorsa onu da istemiyor. Tüm süreçleriniz yeşil olmalı. Yalnızca fabrika içinde değil, tedarikçiden taşımacılığa dek tüm aşamalarda bunu temin etmek zorundasınız. Şu an tavsiye niteliğinde ama zorunlu olacak. Birçok ülkede o tavsiye zorunluluk gibi yerine getiriliyor. Ülkemiz de artık gerekli adımları atmak zorunda çünkü atmosfer acımıyor ve artık felaketin bir lokasyonu kalmadı. Yeşil olma iddianız varsa elektriğinizi bile yenilenebilir enerji üreten firmalardan temin etmelisiniz.”

İngiltere kurallara en bağlı ülke

Stratejik Planlama Şefi Alper Özpolat: “Ben daha çok dev- letle ilgili tarafta olduğum için yasal süreçlerle ilgiliyim. Beni en çok zorlayan ülke İngiltere. Neredeyse iki yıllık bir süreç sonunda gerekli izinleri alabiliyoruz. Çok fazla yabancı yatırımcı olmaması ve bürokrasideki titizlik çok ince eleyip sık dokumalarını gerektiriyor. Galler’de yatırım yaptığımız bölge bizden önce en son 60 yıl önce yatırım almış. Daha önce kömür madenlerinin olduğu, iş gücünün ucuz ama işsizliğin çok fazla olduğu bir yer. Çalıştığımız Avrupa ülkelerinin hepsinde aynı durum geçerli ama özellikle İngiltere karbon emisyonu ve çevre konularında çok katı kuralları olan bir ülke. İtalya’da izinleri almak 8 ay kadar sürüyorsa İngiltere’de bir buçuk yılı buluyor. Bizim gibi ülkelerde yatırımın ekonomik değeri süreçleri belirlerken, Avrupa ülkelerinde ekolojik değerler belirliyor.”

Halktan icazet alınıyor

Ciner Glass Proje Şefi Alper Yaman: “Ciner Glass’ın Belçika, İngiltere ve İtalya projelerini yürütüyoruz. Ülkeler arasında inşaat sürecinden tasarıma kadar kültürel pek çok fark olabiliyor. Biz inşaat sürecinde servis ve yemek imkânının yanında, çalışanlarımıza bir de konteyner kamp alanlarında barınma imkânı sunarız. Avrupa’da, özellikle Belçika’da bunu yapamıyoruz. Herkes barınma, beslenme ve ulaşımda kendi sorumluluğunu almak zorunda. Özellikle yemek uygulaması, dünyada sadece Türkiye’de olabilir şu an. Bu bizde hem kültürel bir şey hem de biz gerçekten çalışanlarımızın ihtiyacı olan kaloriyi önemsiyoruz. Yurt dışında daha çok, evden getirdiğiniz yemeği hazırlayabileceğiniz, ısıtıp yiyebileceğiniz bir mekan temin ediliyor size. Bizde müşahede alanı ve acil bakım ünitesi olan bir revir vardır, yurt dışında buna da yer veremiyoruz prosedür gereği. Yalnızca bir hemşire ya da sağlık memuru yeterli görülüyor. Burada üç vardiya çalışan sıkı bir güvenlik sistemimiz var. Yurt dışında kapıda bir güvenlik alanı olması yeterli ve ona da müdahale şansı verilmiyor. Bizdeki gibi özel mülk kapsamında görülmüyor yani fabrika, kapıdaki kilit açıldıysa adli makama başvurmak zorundasınız. Biz de yurt dışındaki yatırımlarımızda yemekhanesi, servis alanı, güvenlik sahası ve reviri olmayan fabrikalar tasarlıyoruz böylece.”

Fabrika atık suyu ile gölet yapıyorlar

“Bunun dışında tasarımımızı etkileyen farklı durumlar da var: Örneğin Türkiye’de kullandığımız suyun fazlasını deşarj ederiz. Bu Devlet Su İşleri yönetmeliğinde böyle ve derelere gidiyor fazla su. Belçika’da bu yasak. Size ait olan fazla suyu dereye falan boşaltamazsınız, tesisinizin içinde muhafaza etmek zorundasınız. Bu yüzden yapay göletler oluşturmak zorundasınız. Burada biriken suyu da çevre sulamada kullanabilirsiniz.”

“Manzaranızı bozan bir şey var mı?”

“Galler’de fabrika kurulurken çevrede yaşayan insanlara ‘Manzaranızı bozan bir şey var mı?’ diye soruluyor, icazet alınıyor halktan. Bu tür farklılıklar çok çarpıcı olabiliyor, mimari tasarımı da etkiliyor. Bacayı başka tarafa almak zorunda kaldık. Doğaya, orada yaşayan insana saygı, bir öncelik Galler’de.”

Sıfır emisyon öncelik

Ciner Glass Proje Müdürü İbrahim Bayındır, “Birbirine benzer özellikler gösterseler de hiçbir proje aynı değildir. Üretilecek ürün, kültür, coğrafi koşullar, arazi, bir fabrikanın tasarımını doğrudan etkileyen ve onun özgün olmasını gerektiren unsurlar. Bozüyük’teki bu fabrika, arazi koşullarının avantajıyla tasarlanmış bir yapı. Fırın, ambara kadar düzenli bir şekilde uzanıyor. Başka bir yerde fırını iki katlı yapmak zorundayız. Burada bakım ve onarım için uygun koşullar varken, başka bir yerde rampa yapmak zorunda kalırız. Örneğin geri dönülmez bir aşamaya geldiğimiz Galler projesinde bugün konuştuğumuz bir şey, ürüne göre makine parkının değişebileceği oldu. Şu an en önemli yatırımlarımız Kazan, İngiltere, Belçika ve İtalya projeleri. Her ülkede bürokratik ve hukuki süreçler farklı, uygulamalar da öyle. Bu süreçleri tamamlamak için mutlaka yerel firmalarla çalışmak gerekiyor. Bazen anlaşmak bile problem olabiliyor, en yetkin firmalar sizin bahsettiğiniz bir prosesle ilgili hiçbir çalışma yürütmemiş olabiliyorlar ama bu sorun da aşılıyor. Bir zamanlar Hollanda projemiz vardı, sonradan Macaristan’a kaydı o proje. O süreci görüşürken ısrarla söyledikleri şey şuydu: ‘Sıfır emisyon istiyoruz.’ Katma değer, istihdam umurlarında değil, ilk önce çevreye verilecek zararı düşünüyorlar.” dedi.